Nihat Malkoç: Rasim Köroğlu'nun Ardından - Şair Rasim Köroğlu - Resmi Websitesi

Ara
İçeriğe git

Ana menü:

Nihat Malkoç: Rasim Köroğlu'nun Ardından

Şair İçin Yazılanlar
Nihat Malkoç
 
 
Bookmark and Share
Bir Hiciv Ustası: Rasim Köroğlu'nun Ardından
 
“Sanmayın ki felek hoş tuttu beni,
Ne doldurdu ne de boş tuttu beni,
Düşmanın attığı değmeden geçti,
Hep kendi attığım taş tuttu beni.”
(Körün Taşı-Rasim Köroğlu)

Büyük şâir Yahya Kemal “Ölüm asude bahar ülkesidir...” dese de hüznümüze hüzün ekliyor ezberlerimizi bozan her yeni ölüm. Seher vakitlerini hüznün simsiyah rengine boyayan sâlâ sesleri ruhumuzu sarsıyor, on üzeri on şidetinde titretiyor. Gönül telimizi koparıyor kökünden. Yüzüne bakmaya doyamadıklarımız, bir de bakıyorsunuz ki toprağa yâr, dostlara ağyar oluyor.

Eskişehirli şâir dostum Halil Gürkan, bakın ne güzel anlatmış ömrün son demlerini: 

“Sırtımda şakladıkça hayallerin kırbacı,
 Hafızamda kaynayan yorgun zamandır ömrüm
 Uzak baharlardandır omzuma binen acı,
 Gökyüzü kadar tenha, ay kadar yalnız gönlüm
 Hafızamda kaynayan yorgun zamandır ömrüm” 
İşte o demlerdir Allah'a acziyetimizi sunduğumuz son anlar...

Ölüm hafızlara çakılan paslı bir çivi gibidir. Onu her unuttuğumuzda yüreklerimize işleyen sızısı bir şekilde hatırlatır kendisini. Ölümle birlikte geçmişin o siyah beyaz fotoğrafları da silinir hafızalardan. Emr-i Hakk vâki olunca şirazesi bozulur “hayat” denen o muvakkat yapının.

Zamanlı zamansız her şâirin ölümü, bana Tarancı'nın “Sanatkârın Ölümü” isimli o kısa ve sarsıcı şiirini hatırlatır.

“Gitti gelmez bahar yeli;
 Şarkılar yarıda kaldı.
 Bütün bahçeler kilitli;
 Anahtar Tanrıda kaldı

 Geldi çattı en son ölmek
 Ne bir yemiş, ne bir çiçek;
 Yanıyor güneşte petek; 
 Bütün bal arıda kaldı” 

diyen Cahit Sıtkı, sanatçıların ölümüyle birlikte neleri yitirdiğimize vurgu yapıyor. Ölümlerin hepsi soğuk, hüzünlü ve sarsıcı olsa da şâirlerin ölümü, ölümlerin en yıkıcı ve yakıcı olanıdır. Zira şâir, kendi ailesiyle sınırlı bir can değildir. O, toplumun söz elçisi, yürek tercümanıdır. O gidince söz de, öz de yetim kalır. Mahzun yüreğin bir tarafına inme iner.

Vakitsiz çıktığı sonsuzluk yolculuğuyla sözleri yetim bırakarak aramızdan ayrılan bir dostun, hicvin keskin kılıcı Rasim Köroğlu'nun yüreklerimizi burkan ölümü, bu kadim ölüm mevzuunda hassaslaşmama ve derinleşmeme vesile oldu. Zihinlerimize saplanan o paslı çivinin sızısı nüksetti içim(iz)de. Ağzım(ız)ın tadı kaçtı. Mâzi bir film şeridi gibi aktı gönül pencerem(iz)den...

2014 Ekim'inin son haftasında ebediyete uğurladığımız Rasim Köroğlu, 1953 yılının Mart'ında Eskişehir'in Beylikova ilçesine bağlı Halilbağı Köyü'nde dünyaya gelmişti. İlk ve orta okulu ilçede okuduktan sonra Ankara'ya gitmiş, orada Öğretmen Okulu'ndan mezun olmuştu. O, bir eğitim neferiydi. 25 yıl boyunca bu millete güzel insanlar yetiştirmiş, iki bin senesinde de emekli olmuştu. Fakat o, eğiti(m)ciliğini ve öğretmenliğini dört duvarla sınırlandırmak istemiyordu. Halka da birşeyler vermeyi arzuluyordu. Bu yüzden kendini şiir alanında yetiştirdi. Şiire öğretmen okulunda öğrenci olduğu senelerde başlamıştı. Son nefesine kadar da birbirinden güzel şiirler yazdı. Fakat sadece iki şiir kitabı çıkardı. Bunlar “Körün Taşı”, ve “Kitabın Ortasından” adlarını taşıyordu.

Merhum Rasim Köroğlu, âşıklık geleneğinin bir gönül elçisiydi. Zengin bir mâzisi olan bu güçlü geleneğe yaptığı hizmetler anlatmakla bitmez. Onun bu köklü geleneğin yaşatılmasında ve geleceğe aktarılmasındaki emekleri büyüktür. Kendisinin âşıklık geleneği üzerine yaptığı araştırma-inceleme çalışmaları mühimdir. Bu hususta gençleri bilinçlendirme gayretleri takdire şayandır. Televizyonlarda yapmış olduğu “Âşıklar Sohbeti” programı bu güçlü geleneğin ayakta kalmasında etkin rol oynamıştır. O, “Taşlama Show” adını vediği sahne programlarında bütün hünerlerini göstererek âşıklığı halka sevdirmiş, onu halkın hafızasında diri ve iri tutmuştur.

Köroğlu, “Televizyon” adlı şiirinde 

“Şu televizyona işin yolunu,
 Bulanlar çıktı da ben çıkamadım
 Sosyetenin damat ile gelini, 
 Olanlar çıktı da ben çıkamadım.” 

dese de Fuzûlî'nin dediği gibi “Aldanma ki şâir sözü elbette yalandır” O, halk şiirimizin yaşatılması için defalarca değişik televizyon kanallarına çıkmış, bu şiir geleneğini hep gündemde tutma gayreti içinde olmuştur.

Rasim Köroğlu, genç denebilecek bir yaşta, 61 yaşında aramızdan ayrıldı. Fakat kendisinden evvel eşi göçmüştü bu yalan dünyadan. Yani o, hanım acısını da yaşamış bedbaht bir insandı. O, şâir hassasiyetiyle bu acıyı şiirlerine yansıtmış, eşinin ölümü üzerine şu hüzünlü şiiri yazmıştı: 

“Çekilir mi sensiz hayatın zoru?
 Derdimi ortadan bölenim benim
 Yüreği tertemiz, gözleri duru
 Baktıkça yüzüme gülenim benim

 Herkes neler kurdu, neler düşledi,
 Feleğin kılıcı bize işledi,
 Derdin yedi sene önce başladı,
 Kırkında sararıp solanım benim

 Tabut seni değil beni götürdü,
 Bu günü, yarını, dünü götürdü,
 Bedenim içinden canı götürdü,
 Şimdi neye yarar kalanım benim”

Şâir Rasim Köroğlu, biricik eşini gencecik yaşlarda kaybedince üç çocuğunun sorumluluğu da omuzlarına binmişti. Artık evin hem annesi, hem de babasıdır. Ev işleri ona çok yabancıdır. Fakat hayatın katı gerçekleri onu bir anne rolüne bürünmeye zorlar. İlk günlerde bunca iş ona ağır ve yabancı gelir. Köroğlu, güldüren ve düşündüren unsurların iç içe geçtiği “Aşçı” şiirinde bu ilk acemilik günlerini bakın nasıl anlatır: 

“Neler neler geçti bu garip baştan,
 Dul kalınca yüzüm gülmedi gitti,
 Kesildim ekmekten, kesildim aştan,
 Karnım tıka basa dolmadı gitti.

 Kap kacak aradım durdum mutfakta,
 Menemen pişirdim çinko tabakta,
 Yumurta yapıştı, biber ayakta,
 Domates suyunu salmadı gitti

 Vurunca tokmağı kırdım havanı,
 Fırladı sarımsak deldi tavanı, 
 Cücüklettim iki çuval soğanı,
 Evde sebze meyve kalmadı gitti
 
 Aşure pişirmek aklıma esti,
 İki kaşık yiyen bir hafta kustu,
 Verdiğim komşular selâmı kesti,
 Kimseler kapımı çalmadı gitti.”

Tabiatta her ne varsa ölüm moduna girdiği, ağaçların yapraklarını döktüğü hüzünlü bir sonbahar günü ebediyete uğurladığımız Rasim Köroğlu, son dönem halk şiirimizin ustalarından biriydi. Sazı yoktu; ama sözündeki derinlik, sazın boşluğunu da fazlasıyla dolduruyordu. Zira o, müteşâir (kendini şâir zanneden, şâirlik taslayan) değil, güçlü şiirlere imza atan gerçek şâirdi.

Merhum Rasim Köroğlu'nun halk şiirine olan sevgisi ve muhabbeti tarif edilemeyecek kadar çoktu. Bu alanda kalem oynatan geniş bir dost halesi vardı. Heceyi onun kadar kusursuz ve ahenkli kullanan şâir azdı®. O, koşma nazım şeklinin “taşlama” türünde güçlü bir otoriteydi.

Taşlama deyip de geçmeyin. Bir mayın tarlasını ve ateş çemberini andırır hiciv. Edebiyatımızın en tehlikeli sahasıdır o. Ona yergi, hiciv, satir de denir. Kişilerin ve cemiyetin bozuk ve aksak yönlerini alaycı ve sert bir dille eleştirmektir taşlama. Herkes aşk ve övgü şiiri yazar. Zira insanları övmek, işin en kolay olanıdır. Fakat hiciv yazmak yürek ister. Çünkü insanları tenkit etmek, onları karşımıza almak her zaman riskli ve tehlikeli bir uğraş olmuştur. Zülfü yâre dokundun mu başına gelecekleri de düşünmen lâzım. Bu sahada kalem oynatanların sayısı, övgü ve aşk şiiri yazanlarla kıyaslanmayacak kadar azdır. Bunun tek sebebi hicvin riskli oluşu değildir. Bu sahanın boş olmasının bir sebebi de bu türün, diğer türlere göre, büyük bir ustalık ve hüner gerektirmesidir.

Hiciv sahasında zirve olmuş şahsiyetlerin başında Divan şâiri Nef'i gelir. Nef'i'nin ölümü de bu sebepten olmuştur. Sihâm-ı Kazâ (Kaza Okları) adlı eserinde yazdıklarından dolayı zamanın paşalarından Bayram Paşa tarafından sarayın odunluğunda boğdurularak öldürülmüştür. Bir diğer hicivci de,
 
“Eylemem ölsem de kizbi ihtiyar
 Doğruyu söyler gezer bir şâirim
 Bir güzel mazmun bulunca Eşrefa
 Kendimi hicveylemezsem kâfirim" 

diyecek kadar ileri giden Şâir Eşref'tir. Cumhuriyet döneminde bu sahada güçlü şâirlerin yetişmediğini üzülerek müşahede ediyoruz.

Gerçek bir hiciv ustasıydı Rasim Köroğlu. Tıpkı Şâir Eşref gibi bu alanda alabildiğine ileri giderek kendini bile defalarca hicvetmişti. 

“Sanmayın ki felek hoş tuttu beni,
 Ne doldurdu ne de boş tuttu beni,
 Düşmanın attığı değmeden geçti,
 Hep kendi attığım taş tuttu beni” 

dizeleri bunun açık delilidir. Fakat günümüzün edebiyat çevresi, ne yazık ki, hiciv sahasında cevher hükmündeki bu değeri 
hakkıyla fark edemedi. O, kitabın ortasından söylerdi. Zaten iki şiir kitabından birisinin adı da “Kitabın Ortasından” dı. Günümüzün Nef'i'si, Neyzen Tevfik'i, Şâir Eşref'iydi o...

Merhum Rasim Köroğlu'nun hicvetmediği kesim yok gibidir. Onun o sipsivri hiciv oklarından, günümüz kadınları da kendini kurtaramaz. 

“Hiç gelecek hâlim yoktu vallahi,
 Sizleri burada gördüm de geldim
 İzinsiz çıkamam, salmaz billahi,
 Hanıma tekmili verdim de geldim” 

diyen şâir, evden çıkmadan evvel yaptıklarını şöyle sıralar: 

“Razı değil gönlüm boş oturmaya,
 İlk yıldan başladım turşu kurmaya,
 Alıştı ellerim yaprak sarmaya,
 Yemeği ateşe sürdüm de geldim

 Sür dedim boyayı, takın altını,
 Dolaş görümceni, ara eltini,
 Islatırsa diye velet altını,
 Sıkıca kundağa sardım da geldim

 Tutturdum içimden yanık türküyü,
 Sildim tüm rafları, örttüm örtüyü,
 Yıkadım gömleği, yaptım ütüyü,
 Halıyı, kilimi serdim de geldim” 

Kendini kasıla kasıla kazak erkek olarak tanıtanlara da cevabı kendi şahsında şöyle yapıştırır: 

“Gel Rasim, derdini açma sen yad'a,
 Başa gelmedik iş olmaz dünyada,
 Kazak erkek oldum gece rüyada,
 Düşümü hayıra yordum da geldim.”

Günümüz toplumlarında topyekûn bir bozulmayla karşı karşıyayız. Batılılaşma eğilimi inançlarımızı, gelenek ve göreneklerimizi aldı götürdü. Ahlâktan tutun da, çevreye kadar menfî bir değişim gözlerimize çarpıyor. Bu olumsuzlukları görenler de ne yazık ki narkozla uyutulmuş gibi hiçbir tepki vermiyor. Usta bir gözlemci ve sözünü sakınmayan bir hicivci olan Köroğlu, günümüzdeki her türlü bozulmanın resmini şiirlerinde dramatize etmiştir. Böylelikle halkı uyanık olmaya çağırmıştır. Fakat nafile; uyanmaya niyeti olmayana davul zurna bile ninni gelir. Kimsenin uyanmaya niyeti olmasa da o bir şâir sorumluluğu içerisinde hakikatleri dile getirmekten geri kalmaz. Olumsuzlukların adeta çetelesini tutar, kalemini şöyle konuşturur: 

“Bütün yollar çıkmaz sokak,
 Rehber sustu, yol bozuldu.
 Hanımlardan yedik dayak,
 Erkek sustu, rol bozuldu

 Yumurtada gizli bir can,
 Canı veren ol Yaradan,
 Civciv çıktı makinadan,
 Tavuk sustu, fol bozuldu.

 Meyve verdi kara çalı,
 Üzüm döktü kavak dalı,
 Aşı, hormon bulunalı,
 Ağaç sustu, dal bozuldu

 Türlü derdi çeker olduk,
 Çeke çeke döker olduk,
 Saçı bile eker olduk,
 Berber sustu, kel bozuldu

 Nerden aldık şu gitarı,
 Dansa kalktı kocakarı,
 Unuttuk halayı, barı,
 Perde sustu, tel bozuldu

 Sporlardan topa geçtik,
 Müziklerden popa geçtik,
 Sezaryenden tüpe geçtik,
 Ana sustu, döl bozuldu”

Türk toplumundaki gelin kaynana anlaşmazlığı meşhurdur. Gelin ağzıyla kuş tutsa kaynanaya bir türlü yaranamaz. Kaynana ne yaparsa yapsın gelini ondan memnun kalmaz. İkisi de adeta buluttan nem kapar. Bu iki insan, her nedense karakter olarak zıt yaratılıştadır. Bu can sıkıcı didişme edebiyatımızda şiirlere, manilere, hikâye ve romanlara konu olmuştur. Rasim Köroğlu böyle bir malzemeyi bulur da şiirlerinde işlemeden bırakır mı hiç? Bırakmamış elbette. O, “Bitti Bitecek” adlı şiirini, kendi evini merkez alarak yazmış, bu şiirde bütün gelin-kaynanaların duygularının tercümanı olmuştur: 

“Evde çıktı iki meydan savaşı,
 Biri bitti, biri bitti bitecek
 Gelinle kaynana tuttu güreşi,
 Biri yattı, biri yattı yatacak

 Havayı sarınca savaş kokusu,
 Başladı hanımın kuru sıkısı.
 Denizli horozu gibi ikisi,
 Biri öttü, biri öttü ötecek

 Kim demiş hanımın gözleri şaşı,
 Üç yerden yarıldı anamın başı,
 Gördünüz attığı son iki taşı,
 Biri tuttu, biri tuttu tutacak.”

Şiir duyguların en yoğun hâli, özün özüdür. Meyve suyu değil, meyvenin ta kendisidir. Bazen sayfalar dolusu bir yazının ifade edemediğini, usta bir şâir, bir dörtlükte dile getirir. Köroğlu'nun “Araba, Futbol, Bizim Arkadaş” gibi şiirleri bu duygu yoğunluğuna birer örnektir.

Hiciv sahasında az sayıdaki güçlü otoriteden biri olan merhum Abdurrahim Karakoç'un şu ifadeleri merhum Rasim Köroğlu'nu en iyi anlatan sözlerdir. “Rasim Köroğlu, heceyle şiir yazıyor ama daha çok hicve yönelmiş... Hani, saf ve halis Anadolu ağzıyla yazdığı hicivler de yabana atılacak türden değil. Aksine, usta bir şâir... Konuları ironik şekilde dramatize etmesi son derece güzel. İncelikler içinde günümüzü eleştiren Köroğlu, halkımıza kendilerini gösteriyor.”

Merhum Karakoç'un da dediği gibi Rasim Köroğlu, aslında bizi bize anlattı. Onun ruhu, halka tutulan bir aynaydı. Aynadan yansıyanlar halkın öz yaşantısıydı. Anlattıklarında mutlaka abartmalar olmuştur. Zaten şiir her şeyi olduğu gibi gösterseydi bugünkü kadar sevilerek okunan bir tür olmazdı. Fakat o, ateş yanmayan yerden duman tüttüren bir şâir değildi. İyi bir gözlemciydi.

Günümüzde ölçülü ve kafiyeli şiire (halk şiirine) merak salanların Yunus Emre, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Âşık Veysel, Necip Fazıl Kısakürek, Faruk Nafiz Çamlıbel, Şeref Taşlıova, Süleyman Çobanoğlu ve Rasim Köroğlu gibi, şiirde güçlü bir şiirsel altyapıya sahip şâirlerin şiirlerini okuması, onlara öykünerek belli bir süre sonra da kendi seslerini bulması gerekir. Aslında bu iş, usta-çırak ilişkisine dayanıyordu. Ama artık o gelenek işlemez oldu.

Ülke genelinde düzenlenen birçok şiir yarışmasında ödüller kazanan Rasim Köroğlu'nun hicivleri ön planda olsa da o, duygusal ağırlıklı ve sosyal temalı şiirler de yazmıştır. “Atatürk, Bayrak, Öğretmen, Saçların, Çocuklarımız, Türk'ün Askeri” bunlardan sadece birkaçıdır.

“Çok uğraştım yazamadım,
 Ne zor imiş şiir yazmak
 Üç heceyi dizemedim,
 Ne zor imiş şiir yazmak”

diyen Köroğlu, mütevazı bir şâirdi. Usta şâir Köroğlu'nun ölümüyle halk edebiyatımız güçlü bir sesini kaybetmiştir. Onun hiciv sahasındaki boşluğu öyle kolay doldurulamayacaktır; yokluğu hep hissedilecektir. Sözlerimi Feyzi Halıcı'nın dizeleriyle sonlandırmak istiyorum: 

“Nasreddin Hoca misali şiirleri nükte dolu,
 Çıtayı gökyüzüne dek uzattı Rasim Köroğlu"

Dünyada hoş bir seda bırakan merhuma Allah'tan rahmet, dostlarına başsağlığı diliyorum. Ruhu şâd olsun.

M.Nihat Malkoç

 
 
Yandex.Metrica
İçeriğe dön | Ana menüye dön