Mustafa Ceylan:
"Türk Halk Şiiri ve ozanlık geleneği hakkında düşünceleriniz nelerdir?"
"Edebiyatımızı üç bölümde inceliyoruz.
1. İslamiyetten Önceki Türk Edebiyatı
2. İslamiyetten Sonraki Türk Edebiyatı
3. Tanzimat Hareketi ve Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı.
İslamiyet’ten önce bütün Türk boylarında bir olan edebiyatımız islamiyet’ten sonra dini politik ve sosyal şartların meydana getirdiği kültürel doku içerisinde şekillenmiş ve çeşitlenmiştir .
a. Divan Edebiyatı
b. Halk Edebiyatı
olmak üzere ikiye ayrılmıştır.
Halk şiirine Türk Halk Edebiyatı içerisinde bakmak gerekir.
Bana göre Türk Halk şiirinin içerisine mili ölçü(hece ölçüsü)ile meydana getirilmiş olan halk ozanlarının, kalem şuarasının şiirleri ile anonim halk şiirinin manzum ürünlerinin tamamı girer. Bizim mili nazım birimimiz dörtlük,milli ölçümüz ise hecedir. Temel nazım biçimimiz mani ve türkülerdir. Diğer biçimler bunlardan türetilmiştir.
Konularına gelince H.Dizdaroğlu’nun da belirttiği gibi “Bütün ilkel toplulukların edebiyatlarında şiir önce mitolojik kimlikle başlar. Daha sonra dini kılığa bürünür. Toplumsal gelişmelerle dini konular yerini din dışı konulara bırakır.” Bu Türk halk şiirinde de öyle olmuştur. Destanlarla başlayan şiirimiz dini konulara yönelmiş ve daha sonra her konuda şiir yazılmıştır. Daha doğru bir deyimle şiir söylemiştir.
Ozanlık geleneğine gelince. Eh be Mustafa nasıl anlatayım üzerinde günlerce hatta haftalarca konuşulması gereken bu güzelim konuyu iki satıra sığdırmak mümkün mü? Neyse ne yerim dar ne yenim dar demeyeceğim. Arkadaşları sıkmayacak şekilde kısaca özetin özetini yapayım.
İslamiyet’ten önceki edebiyatımız sözlü ve yazılı olmak üzere ikiye ayrılır. Türk şiirinin tarihi Türklerin tarihi kadar eski-ye dayanır.
Orta asyadaki ozan-baksı geleneğinde Türk boyları şairlerine çeşitli isimler vermişlerdir.
Altay Türkleri kam, Kırgızlar baksı, Yakutlar oyun, Tonguzlar şaman,Oğuz Türkleri ozan demişlerdir. Oğuzca’da kelimelerin ortasına ve sonuna gelen “g”ler düşer. Kelimenin aslının ozgan olduğunu belirtir Fuat Köprülü. Diğer edebiyatçılarda bu fikre katılırlar. Ozan kelimesi zaman içerisinde çeşitli anlamlar ifade etmiştir. İlk zamanlarda büyücü,oyuncu, hekim,şarkıcı ve çalgıcı görevlerini yüklenen kişileri anlatmıştır. Daha sonra şiirin ezgisini,sözlerini ve çalgıyı anlatmıştır. Üçüncü aşamada ise şair çalgıcıyı anlatır olmuştur. 15. yüzyılın sonlarında 16.yüzyılın başlarında toplumun sosyal kültürel gelişimine bağlı olarak ve yerleşik düzene geçilmesi ile toplumda değişen sosyal yapı etkisiyle Aşık adını almıştır ozanlar. Hatta aşıklık geleneğine dönüşüce bir ara ozan kelimesi herze söyleyen, boş konuşan anlamında kullanılmaya başlamıştır. Ozanlar,günümüzdeki söylenişi ile aşıklar,saz şairleri,halk aşıkları, sazları eşliğinde hazırlıksız olarak ezgi ile şiir söyleyen kimselerdir.
Teknolojideki ve ulaşım ,iletişim araçlarındaki hızlı gelişmeler aşıkları yeni bir şekillenmenin eşiğine getirmiştir. Toplumun değişen sosyo-ekonomik yapısı gelecek günlerde aşıklara nasıl bir görev yükleyecek göreceğiz. Fakat kesin olarak bildiğimiz konu bir değişimin eşiğinde olmalarıdır. Bunun nedenlerini açıklamak için maalesef buradaki imkanlar yeterli değildir.
Bu kısanında kısası olan açıklamadan sonra şunu diyebiliriz.
Bizim şiir geleneğimiz ve şiir yapımız bize değil bütün dünya şiirine örnek olacak güçte ve yapıda iken Türk şiirinin geleceğini batı edebiyatının etkisinde ve içerisinde aramak ummanı bırakıp çölde bir damla su aramaktır. Bu bir başka tartışma konusudur. Fakat bugün söyleyin Allah aşkına nazım şekillerimizden kaçını biliyoruz ve şiirlerimizde kullanıyoruz. Bırakın semai,destan ve varsağı’yı koşmayı ne derece kullanıyoruz. Sadece düz koşma ve koşma-şarkı’nın dışında hangisiyle şiir yazıyoruz. Ayaklı koşma,yedekli koşma, musammat koşma,zincirleme koşma, zincirbet ayaklı koşma, tecnis, cigalı tecnis’e ait örnek bulamıyoruz neredeyse.
Neyse Mustafa'm bunu bir başka zamana ve yere bırakalım."